İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Engin Ardıç: Bir bardak suda Salkım Hanım fırtınası

Şu saçma sapan tartışmayı bir toparlayalım da millet de gerçeği öğrensin:

Yılmaz Karakoyunlu adında bir politikacı var (eskiden Banker Kastelli’nin sağ koluydu, şimdi Mesut Yılmaz’ın mutemet adamı), bu adam edebiyat heveslisi, romanlar falan da yazıyor. Varlık Vergisi dönemini anlatan ‘Salkım Hanım’ın Taneleri’ isimli orta halli bir romanı var, bu romandan orta halli bir film yaptılar, bu film devlet televizyonunda yayınlanınca, bir zamanların ‘Yorgun Savaşçı’ olayını andırır bir gürültü koptu.

Çünkü, filmde, anlatılan olaylarda asıl mağdur olan Yahudi vatandaşların yerine daha çok Ermeni’ler ağırlık kazanmışlar! Konu çarpıtılmış (Ayhan Aktar-Etyen Mahcupyan polemiğini hatırlayalım), Yahudi cemaati bu tür ‘netameli’ işlere karışmak istemediğinden ve filmin maddi-manevi ‘sponsorluğunu’ Ermeni cemaati yaptığından, konu onların tarafına ‘çekilmiş’!

Bu eleştirilir. Eleştiriyoruz da. Ama Varlık Vergisi rezilliğinin pis gerçeği, birtakım milliyetçi lafazanlıklarla geçiştirilemez.

Varlık Vergisi, esas itibarıyla bütün gayrı müslim, ama pratikte özellikle Yahudi işadamlarından ödeyemeyecekleri kadar çok vergiyi zorla toplayıp onları batırma, canlarına okuma operasyonudur.

İttihat ve Terakki Fırkası’nın ve onun mirasçısı olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin ‘devlet eliyle yerli zengin, milli burjuva yetiştirme ve serveti komprador burjuvadan Türk ve Müslüman burjuvaya aktarma’ politikası doğrultusundadır.

Ancak, uygulama dönemi olan 1942-43 yılları, Almanya’nın ‘savaşı kazanacak gibi göründüğü’ dönemdir ki, devletin şimşeklerini özellikle Yahudi azınlığa yöneltmiş ve Nazi Almanyası’nın ırkçı ve faşist dümen suyuna gidilmiştir.

Çünkü o sıralarda, Sayın Erdal İnönü’nün sayın babası, bir yandan ülkeyi savaşa sokmamaya azami dikkat ederek (elhak başarı hanesine yazılmıştır ve biz savaş sonrası kuşağı babalarımızı sağ bıraktığı için ona teşekkür borçluyuz, çünkü belki de hiç mevcut olamayacaktık!), bir yandan da savaşın ‘gidişatını’ kolluyor ve kim kazanacaksa ona yanaşmanın yollarını yapıyordu!

Bu itibarla, hem demokrasi yanlılarını, hem faşistleri, hem de komünistleri tatlı tatlı ‘idare’ ediyordu…

Almanya’nın yenileceği anlaşılınca önce faşistleri harcadı (1944 tevkifatı!), Stalin denilen eşşoğlusu Boğazlar’da ve Kars’ta gözü olduğunu hissettirince de komünistleri (1945-46 olayları).

-Bizi Amerika’nın kucağına iten Stalin’dir, ahmak Türk komünistleri bunu iyi bilsinler.-

İnönü’nün bu ‘bir süre için’ faşistleri kollama politikası da, CHP’nin ‘totaliter kanadı’ marifetiyle, yani Recep Peker-Şükrü Saracoğlu-Numan Menemencioğlu-Reşat Şemsettin Sirer vesaire eliyle yürütülüyordu. (Nitekim savaş bitince tarihe karıştılar ve Faik Ahmet Barutçu-Nihat Erim vesaire, daha ‘liberal’ kanat ağırlık kazandı. Muhalefet döneminde de, Kasım Gülek’le özetlenen Amerikan çocukları!)

Varlık Vergisi, hem o eski İttihatçı ekonomi politikasının bu kez daha sert yöntemlerle devamı, hem de ‘Almanlar gelirse hazır olalım’ mantığının yansımasıdır.

Aslına bakılırsa, Köy Enstitüleri adı verilen ve solcu gibi görülen aslında faşizan uygulama da bundan başka bir şey değildir!

Almanya bize de askeri olarak bulaşsaydı, Fransız Vichy Hükümeti’nin yaptığı gibi (Devlet Başkanı Mareşal Petain’in göz yumması ve Başbakan Pierre Laval’ın işbirlikçiliğiyle), Milli Şef de bizim Yahudi’leri kulaklarından tuttuğu gibi Gestapo’ya teslim eder miydi, doğruca fırınlara yollanmak üzere?

İşte size tartışma konusu, hadi oturun tartışın.

İmdi… Milliyetçi bir gayretkeşlikle, ‘böyle bir şey olmadı, biz Yahudi zenginlerine eziyet etmedik, donlarına kadar alıp onları bir de Aşkale’ye taş kırmaya göndermedik’ demek, ayıptır.

Bu haklı davalarına sahip çıkmamak, hesap sormamak, korkmak ve kaçmak da Yahudi vatandaşlarımızın ayıbıdır.

Konuyu çarpıtmak ve meseleyi Ermeni meselesine baliğ etmek de filme emeği geçen bütün Ermeni ve Türk vatandaşlarımızın ortak ayıbı!

Eh, bu filmi özel bir kanala pazarlamak yerine kendisine bağlı devlet televizyonuna dayatmak da Sayın Yılmaz Karakoyunlu’nun özel ayıbı olsa gerek…

Gene eh, RTÜK’ün canının istediği kanalı on beş gün gibi vahşi sürelerle kapatıp TRT’ye dokunamamasına yol açan saçma sapan bir kanunu hazırlayıp dayatmak da bu kez Mesut Yılmaz Beyefendi’nin çok özel ayıbı değilse eğer!

Yorumlar kapatıldı.