İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bazen viyolama yalvarırım

Günümüzün en önemli viyola virtüözlerinden Kim Kaşkasyan önceki gün İş Sanat’ta bir resital verdi. Çağdaş bestecilerin gözdesi olan viyolacıyla Anadolu’ya uzanan aile köklerini ve müziği Radikal’den Serhan Yedig ile konuşmuş.

Kim Kaşkasyan zoru seçmeyi, şansını zorlamayı tercih eden cesur bir müzikçi.
Amerika’da eğitim gördükten sonra Almanya’ya yerleşen ve çağdaş
bestecilerin eserlerini yorumlayan Kaşkasyan, çalgısının repertuvarını
genişletmeyi misyon edindi. Girişimleri sayesinde Penderecki, Part, Kanheli gibi birçok besteci onun için
eserler yazdı.

Kaşkasyan, Detroit doğumlu. Peabody Konservatuvarı’ndan sonra ARD ve Lionel
Tertis yarışmalarında kazandığı ödüllerle dikkat çekti. Londra, Paris,
New York, Berlin ve Viyana’da ünlü orkestralarla konser verdi. Sony için
Mozart, ECM için ise Britten’den Şostakoviç’e, Schinittke’den Bouchard’a birçok
çağdaş besteciyi kaydetti. Keith Jarrett’la kaydettiği Bach, Eleni

Karaindrou’yla kaydettiği ‘Ulysse’in Bakışı’ büyük ilgi çekti.

Uzun yıllar Almanya’da Freiburg ve Berlin Konservatuvarları’nda, Indiana Üniversitesi’nde
ders verdi. Bir yıldır Boston’da yaşayan sanatçı babasından dinlediği
Anadolu Ermeni türkülerinin müzik dünyasını biçimlendirdiğini söylüyor.

Gramofon’daki röportajınızda anne ve babanızın ailelerinin Ermenistan’dan
ABD’ye göç ettiğini söylüyorsunuz. Annenizin ismi Elmas. Türkiye’de yaygın
bir isimdir. Herhalde Anadolu kökenli bir aileden…

Aslında annemin ve babamın ailesi geçen yüzyılın başında Gürün’den göçmüş.
Birinin ailesi Yunanistan üzerinden, diğeri doğrudan buraya gelmiş.

Bir başka röportajda babanızın söylediği türkülerden sevgiyle söz
ediyorsunuz. Sizi müziğe yönelten aile atmosferini merak ettim. Mesela aile
orkestranız var mıydı; kardeşleriniz müzikle ilgili miydi; siz de türkü söyler
miydiniz?

Erkek kardeşimle birlikte müzikle dolu bir atmosferde büyüdük. O lisede
bilimi seçti. Bir yandan da viyola çalıyordu. Bence gayet iyi çalıyordu. Mükemelliyetçi
olduğu için bir süre sonra bıraktı. Onu gayet iyi anlıyorum! (Gülüyor)
Çocukluğumuzda evde piyano bile yoktu. Babam ve amcalarım bir araya
geldiklerinde türkü söylerlerdi. Gomidas’ın derlediği türküleri. Bize
Ermenice öğretmediler. Bu yüzden sadece melodilerine eşlik
ediyorduk. Yıllar sonra Mansuryan’la albüm hazırlarken bu türkülerin
orijinal halini öğrendim.

Daha çok Doğu Avrupalı bestecilerin, özellikle Macarların eserlerini
yorumluyorsunuz. Özel nedeni var mı; mesela babanızın söylediği türkülerin
sıcaklığını mı buluyorsunuz Bartok’un, Eötvös’un eserlerinde?

Evet bu özel bir ilgi benim için. Bartok insanı hep müziğin folk köklerine
götürür. Belki söylediğiniz doğrudur, babamın sesini duyuyorum bu
eserlerde, kim bilir?

Konservatuvarı ABD’de bitirdiniz, solistliğe Avrupa’da başladınız. Neden
zoru seçtiniz?

Avrupa’nın ABD’den zor olduğunu sanmıyorum. Hareketli ve gayret gerektiren
bir sistem var Avrupa’da. Viyolacı olarak ABD’de yapamayacağım birçok
sanatsal olayın içinde oldum.

Hangi olay Avrupa’da yolunuzu açtı. Kazandığınız yarışma mı, ECM’nin
sahibi Manfred Eicher’le tanışmanız mı?

Birçok insan viyolamın sesini yarışmada kazandığım ödül sayesinde duymuş
olmalı. Konser teklifleri aldım. Ödül almasam bu teklifler de
gelmeyebilirdi. Ama anahtar diyebileceğim olay Manfred Eicher’le buluşmam
oldu. Bu sayede istediğim repertuvarla, harika bir firma için plak kaydetme şansını
yakaladım. Albümler firma tarafından desteklendi. Bu çok seyrek olan bir şey.
Şanslıyım. Belli bir düzeyi koruyan müzikal çizgiye sahip olmamı ECM’ye
borçluyum.

1617 Amati yapımı çok özel bir viyola çalıyorsunuz. Asırlık çalgıların
şahsiyet sahibi olduğu, çalmaya başlamadan ikna edilmesi gerektiği söylenir.
Viyolanızla aranız nasıl?

Anlatmak zor. Kendi ruhu, aklı var sanki (Kahkahalar). Çok derin, müthiş bir
ruhu var. Bazen istediğimi yaptırmak için önce ikna etmem gerekiyor.
Konserlerde ve CD kayıtlarında çoğunlukla onu kullanıyorum. Ayrıca yeni
yapılmış çalgılardan oluşan bir koleksiyonum var. Bazen bunlarla konser
veriyorum. Luthiyeleri teşvik etmenin en iyi yolu çalgılarını kullanmak…

Keith Jarrett’ı Bach sonatlarını kaydetmek için ikna ettiğiniz rivayet
ediliyor, doğru mu?

Doğru. Bir gün otomobilde radyo dinlerken Goldberg Varyasyonları’nı çaldığını
duydum. Bach’ın ‘viola de gamba’, ‘viyola’ ve ‘harpsikord’ sonatlarını farklı
bir anlayışla yorumlayabileceğimizi düşündüm. Bu başlangıç oldu
projeye. Düşündüklerimi ayrıntılı şekilde mektuba dönüştürdüm, katılır
mısınız, diye sordum. İlginç buldu. Kaydettik. İşte bu kadar basit oldu.

Aşırı mükemmeliyetçi biri Keith Jarrett; problem çıkmadan kayıtları
bitirebildiniz mi?

İnanamayacağınız kadar kolay oldu. Müzisyen süratine ve esnek davranma
yeteneğine hayran oldum. Böylesiyle karşılaşmamıştım.

Bu tanışıklık sizi caza yakınlaştırdı mı; emprovizasyonla aranız nasıl;
birlikte çalıştığınız bestecilerden kadanslarla da olsa size özgürlük
alanları yaratmalarını istiyor musunuz?

Hayır böyle bir talebim yok. Bugün konçertolar yapısal olarak çok farklı
şekillere bürünebiliyor. Bir ensrüman, eskiden olduğu gibi, etkin şekilde
kullanılıyor. Bunun dışında tüm yapısal özellikleri farklılaştırılabiliyor.
Yorumcu olarak oturup umutla bekliyorsun, bestelenenin senin sesinle özdeşleşebilecek
bir eser olmasını diliyorsun. Sanırım bir besteci senin için yazmak
istiyorsa kim olduğunu anlamış demektir. Doğaçlamaya gelince, yorumcuyu her
eserde zorlu bir süreçten geçer. Çalarken emprovize yaptığını hisseder.

Yorumlar kapatıldı.