İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kimlikler Çatışması

Kimlikler Çatışması (2)

Bu topraklarda yeniden bir medeniyetin yeşermesi dışarıdan gelecek insanlarla olmayacak. Dolayısıyla öncelikle konuşmayı öğrenmek gerekiyor.

Ne yazık ki kadim zihniyetlerimiz olan otoriterlik ve ataerkillik bizi anlamaya değil, savunmaya yönelik bir tutum içinde tutuyor. Bu ise kimliklerimizi besliyor, içe kapanmayı artırıyor ve bizleri cemaatçiliğin içine hapsediyor. Demokratlık bu nedenle önemli: Sadece hak ve özgürlüklerin artması için değil; dışa açık, paylaşmacı ve ‘öğrenen’ bir medeniyet yaratmak için.

Türkiye’nin Cumhuriyet tarihi ise bizim konuşmamızın eleştiriden bağımsız olamayacağını ima ediyor. Laik/İslamcı gerilim ekseninde tüm günahını karşısındakine yıkan, birbirini anlama niyeti taşımayan iki cephe çıkıyor. Ancak karşı tarafın yanlış bulunan tutumunu vurgulamaktan kaçınarak da ‘konuşma’ olmaz. Çare eleştiriyi meşru kılmaktan, yani önce kendi eleştirinizi yapmaktan geçiyor.

Bu nedenle işe laik kesimle başlamak daha doğru. Sadece kendi kimliğim nedeniyle değil, laikliğin yöneten kimlik olması nedeniyle. Terör ve Afganistan tartışması laik aydınlardaki hastalıkları su yüzüne çıkardı. Bu hastalığın temeli söylenen her şeye, takınılan her tutuma karşın, kendini daha üstün görmeye dayanan bir benmerkezciliktir. Laik aydın İslamcı aydını hiçbir zaman bir eşit olarak algılamamıştır. Tabii ki bunun istisnaları vardır, ama kategorik olarak bakıldığında laik aydın kendisini bilginin ve bilimin kaynağında tanımlar; İslami kesim onun gözünde henüz dünyaya açılmış, maddi ve entelektüel çevresiyle uyum sorunu içinde olan yeni keşfedilmiş bir Afrika kabilesi gibidir. Dolayısıyla İslami kesimin kenarında duran ve onunla ‘konuşan’ laik aydınlar kendilerini bir tür antropolog olarak algılamışlardır. Uzakta durup bakanlar ise gördükleri manzaranın ‘ilkel’ olduğuna hükmederek gönüllerini rahatlatmışlardır. Çünkü pozitivizm bize ilkel olanın ancak kendi içinde egzotik bir değeri olabileceğini, ilkellerin de zaman içinde bizim gibi olacaklarını; onların bu durumunun kurtulunması gereken bir hal olduğunu söylemektedir.

Böylece laik aydınların çoğunluğu anlamadıkları, ama kendilerinden daha ‘aşağı’ olduklarına emin oldukları bir kitleyle karşı karşıya olduklarına hükmetmişlerdir. Bu hükmün gerekçesi ise sadece yaşam biçimine ait sembollerdir, ama bunların bir zihniyet göstergesi olduğu savunulmakla kalmaz; söz konusu zihniyet de zihniyetler skalasının en dibine yerleştirilir.

Bunun psikolojik etkisi o denli önemlidir ki laik kesimin çoğunluğu sırf ‘laik’ oldukları için kendilerini birer ‘aydın’ olarak tasavvur etmektedir. Buna karşılık laik kesimin içinden çıkan bir bölüm aydının da İslami kesimle daha yakın bağlar kurduklarını biliyoruz. Ancak gene birkaç istisna dışında, burada da benmerkezciliğin hakimiyeti açıktır. En yumuşak haliyle, İslami kesimin teveccühü gurur okşayıcı, ayrımlaştırıcı, kişiyi aydın olmaktan entelektüel olmaya çeken bir nitelik taşımaktadır. Laik aydınların birçoğu kendilerinin bir gizli idol olduğunu düşünürler. O söylemekte ‘ötekiler’ tartışmaktadır. O İslami kesimin tedrici modernleşmesinin yolunu açan ve bunun dozunu ayarlayan bir rehber gibidir. Bu tavrın uzantısı ise içten içe gelişen bir megalomanidir. Böylece İslami kesime siyaseten kefil olduklarını, onun manevi yükünü sırtlarında taşıdıklarını düşünecek kadar yoldan çıkmak mümkün olur. Kendi rehberliğinde davranmayanların ihanetine maruz kalma duygusu ise hayli yaralayıcıdır.

Kısacası laik aydınların kendilerine benzemeyenler karşısında demokrat bir bakış ve yaklaşım geliştirdiklerini söylemek zordur. Ötekini anlamak öncelikle kendini anlamaya açık olmayı gerektirir. Laik aydının kendisine ‘Ben niye böyleyim?’ diye sormasının belki de artık zamanıdır…

Haberin orijinali için

Yorumlar kapatıldı.