İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

LEKELİ BİR TARİH SAYFASI 6/7 EYLÜL 1955

“6/7 Eylül 1955”, Türkiye Azınlıklarının belleklerinde, lekeli bir tarih sayfasını çağrıştırır. “6/7 Eylül olayları” ise, Azınlıklara yönelik, talan ve yağmanın, yıldırmanın adıdır. Bir tertibin adıdır. Daha önceki benzerlerinin farklı tekrarıdır.

Pekiyi, 6/7 Eylül olayları neden ve nasıl başladı?

Londra’da, Kıbrıs sorununu görüşmek üzere üçlü konferans toplanacaktı. Yunan tarafına bir gözdağı verilmeliydi. Dolaysıyla içerideki azınlığa da. 5 Eylülde, Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı. Sonradan provokasyon olduğu anlaşılan bu olayın suçu, Yunanlılara atıldı.

Amaca ulaşılmıştı. “Hainler ! Atatürk’ün evini bombalamıştı”. Bu olay, 6 Eylül akşamı ve gecesindeki azınlıklara yönelik yağma ve talan olaylarının kıvılcımı oldu. Hazır bekleyen guruplar mesajı almışlardı. Tüm İstanbul’da, önceden işaretlenen Rumlarla, Ermeni ve Yahudilerin işyeri, ev ve ibadethanelerine yönelik saldırıya geçtiler…Sonrasında, 6/7 Eylül olayları yüzlerce yıllık birlikteliği sona erdirmeye dönüşen bir tertibin adı olarak tarihe geçti. Olayların suçlusu da olmalıydı. O da bulundu. “Fatura” başta Aziz Nesin olmak üzere 45 sol görüşlü aydına çıkartılmaya çalışıldı. Ve tutuklandılar. ( 5 ay sonra salıverildiler. Daha sonrada beraat ettiler.)

Neler mi oldu?

Dilerseniz, 6/7 Eylülle ilgili, kısa alıntıları birlikte okuyalım.*

“Karanlık çökmeye başladı. Kamyonlara, otobüslere bindirilmiş talan güruhu, ellerindeki sopalarla mahalleleri basmak için yola çıkmışlardı… İstanbul çığrından çıkmıştı. Kalabalıkları kontrol etmek imkansızdı.”(Y.Karakoyunlu)

“İstanbul altüst oldu. Varoşlar şehre indi. Eylemlerin ardından…ülkeyi terk ettiler. İstanbul’un eşsiz kültür mozaiği 6/7 Eylül ile birlikte yerle bir oldu. Şehir şehirlikten çıktı…Bu vahşet kasırgası 18.45 sularında Beyoğlu’nda koptu…Kiliselerden başka Havra, Ayazma, Manastır 3584 ü Rumlara ait 5338 gayrimenkul yıkıldı, yağmalandı. Fatih Sultan’la başlayıp 500 yıl süren ’Mala, cana, ırza dokunmama!’ geleneği iki saat içinde yok edildi.”(Metin Toker)

“O akşam İstiklal Caddesinde adım atmak imkansız hale gelmişti. Trafik durmuş. Tramvaylar ardarda sıralanmış, indirilen vitrin camları ve mağazalardaki kırılıp dökülen, yollara saçılan eşya enkazı her yerde moloz yığınları oluşmuştu.”(G.Scognamilo)

“6/7 Eylül 1955 olayları Ta.. Osmanlıdan beri iktisadi hayatı ellerinde bulunduran Azınlık sermayesinin Türk kesimine transferi için muhtelif zamanlarda sahneye konulmuş değişik saldırı olaylarından üçüncüsüdür. Bunlardan birincisi İttihat-Terakki döneminde yaşanmış… İkincisi Cumhuriyet dönemindeki…Varlık Vergisidir. Üçüncüsü ve en sunturlusu… 6/7 Eylül olaylarıdır. Hadise sadece bir sermaye transferi anlamını taşımaz. Milli sermayeyi kimin olursa olsun çılgınca yok etme işlemidir…Elbet bu olaylardan sonra Anadolu’dan İstanbul’a akın edip palazlanmış esnaf ticaret hayatına da girmiştir. Ama 6/7 Eylül’de yok edilen ticaret kadrosundaki boşluğu hemen dolduramamıştır.(Y.Karakoyunlu)

“6/7 Eylül olaylarından 5 yıl sonra 27 Mayıs Darbesi ile kurulan Yassıada Mahkemesinde olayların bir hükümet provokasyonu olduğu ortaya konuldu…Duruşmalarda ortaya çıkan gerçeklere göre, Türkiye’nin Selanik Konsolosluğu bahçesindeki Atatürk’ün doğduğu eve, bir kişi bomba atmış; Bombayı atan kişi o zamanlar Yunan vatandaşı olan bir Türk olup şimdi N… Valisi…O.E. dir.”(H.Dosdoğru)” Ne yazık ki bu zat bugün devlet mekanizmamızda çok sorumlu bir mevkiidir.”(Y.K.)

“6/7 Eylül 1955 olayları…baştan sona sistemli, planlı, programlı tertip ve kışkırtmaları ve illegal uzantılarıyla kopartılmış bir toplu yıkım ve kırım kasırgasıdır.”(H.Dosdoğru)

“ 6/7 Eylül 1955 azınlıklara karşı girişilen sindirme, tasfiye hareketlerinin ilki değildi.(H.D.)

Evet, o günlerin tanıkları, Türk aydınları 6/7 Eylülü yukarıdaki gibi tanımlamışlar.

6/7 Eylülün tahribatı, yağma, talan, yangın olaylarıyla sınırlı kaldı diyebilir miyiz?

6/7 Eylül olayları İttihat-Terakkiden bu yana devam eden “azınlık karşıtı politikaların” bir halkasıydı. Ulus Devlet-Azınlık politikaları için şanssız bir örnek daha yaşanmıştı.. Bizim kuşak, ninelerimizin konuşmalarından 1915 i bizden çok uzak bir masalmış gibi dinlerdik. Sonra, babalarımızdan 1940 ları dinledik. Avrupa’da Hitler rejiminin etkisi devam ederken, 20 tertip birden, (babanın oğulla) nafıa (amele) askerliğine alınışlarını ve Varlık Vergisi faciasını öğrendik.

Ama artık, farklı düşünüyorduk, belki öyle istiyorduk. Öyle ya, bunlar geride kalmıştı, Dünya değişmişti. Birleşmiş Milletler örgütü kurulmuş, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ilan edilmişti. Türkiye de değişmişti, 1950 de çok partili demokrasiye geçmiş, NATO’ya üye olmuştu. Bizim de Meclisimiz olan TBMM Vekillerimizle temsil ediliyorduk. Artık sakıncalı asker de değildik. Biz, zaten bu toprakların insanları değil miydik? Dünü unutamazsak da yarınlara umutla bakmalıydık. Doğrusu umutluyduk da. Gayri, meslek ve sanat birikimlerimizle, becerilerimizle, işimizde, gücümüzdeydik. Kısaca, Varlık Vergisinden sonra, bizlere bu tür yaptırımların sona ereceğini düşünüyorduk, hani umuyorduk da.

Ama, yanıldığımızı bize 6/7 Eylül tertibi bir kere daha hatırlattı. Bu öyle bir olaydı ki, geleceğe dönük umutlarımızı yeşerirken soldurmak istedi. Bu ülkedeki farklı kültürlerin yaşayan renklerini matlaştırmak isteyenler galip gelmişti.

Demek, bu konudaki politikalarda değişiklik yoktu. İşte bu, çok önemliydi. Önemliydi çünkü, bu olaydan sonra, insanlarımızın çoğu kendilerinin ve çocuklarının bu ülkedeki geleceğine kaygıyla bakar oldular. Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin çoğunun bu ülkeyle gönül bağları, geleceğe dönük güvenleri bir hayli sarsıldı. Kendilerine, çocuklarına, yeni nesillere cesaretle, gönül rahatlığıyla “Artık ayırımcılık olmaz,Türkiye o Türkiye değil, Dünya o Dünya değil” sözcüklerini söylemeye dilleri pek varmadı.

Ve,Varlık Vergisinden 13 yıl sonra, yeniden yurt dışına göçler çoğaldı. 1964 de, Rumların sürgünleri ve sonrasında ise, amaca ulaşılmıştı… Teklerden oluşan, ulus-devlet olma yolunda bir adım daha ilerlenmişti.

Takip eden yıllarda, binlerce yıldır bu toprakların insanları olan İstanbul Rumlarının (Ve de İmroz ve Bozcaada Rumlarının) bu ülkedeki varlıkları hızla azaldı. Günümüzde İstanbul’da iki bin civarında, (adalarda ise yüz küsür civarında onlarda yaşlı) Rum var. (Bildiğiniz gibi 1923 deki mübadeleden sonra İstanbul Rumlarıyla Batı Trakya Türkleri mütekabiliyet-karşılıklılık- esasına göre mübadele dışı bırakıldılar. Avrupa Birliği üyesi Yunanistan’da, bu gün yüz bin civarında Türk olduğunu Batı Trakyalı dostlar söylüyor. Parlamentoda temsilcileri de hep var.)

Varlık Vergisi, 6/7 Eylül derken, İstanbul Ermenileri de göç kıskacına girdi. Varlıkları, İstanbul’un alınışından önceye varan, Ermeniler de, gönüllerini burada bırakarak, kendileri gitti. Güzel sanatların ustaları, soyadlarını mesleklerinden alan varbetler (ustalar) becerileriyle beraber Dünyanın dört bucağına dağıldılar. Onların yerine 1915 lerde şu yada bu şekilde Anadolu’da kalan Ermeniler İstanbul’u mesken tuttular. Bu gün nüfusları 65-70 bin deniyor. En büyük Azınlık Grubunu oluşturuyorlar.

Yahudilere gelince, Rum ve Ermenilerden farklı da olsalar, onların da büyük bölümü vatan beledikleri Türkiye’den ayrıldı. Bu gün 20-25 bin civarında oldukları söyleniyor.

Sözün kısası, bugün Türkiye nüfusu içerisindeki Azınlıkların oranı binde bire düştü. Yani, zerreyiz. Nüfusumuz gittikçe azalıyor. Yani, yok olma noktasındayız.

Kuşkusuz, demokrasimizin aksaklığından payımıza çok şey düşüyor. Kurumsal ve kişisel haklarımızda kısıtlamalar var. Ama hala, geleceğe karamsar bakmak istemiyoruz. Vaktiyle, giderlerken arkalarından davul- zurna çalınan insanlar bugün davullu, zurnalı, halaylı, sirtakili törenlerle karşılanıyor. Nostalji edebiyatı yapılıyor

Zamanı ve gideni geri getiremeyiz. Ama, istiyorsak binde biri, yani o zerreyi koruyabiliriz. Birlikte hep yaşarız. Nasıl mı? Tabi ki,“ azınlık politikalarının” değişmesiyle. Tabi ki, “ulusal güvenliğin” bize bakışının değişmesiyle. Tabi ki, “tam demokrasiyle”. Ne dersiniz? Biz varız.

——————————-

Notlar…

*Yukarıdaki alıntıların kaynak kitapları : Politikacı-Yazar Sayın Yılmaz Karakoyunlu’nun“Güz Sancısı” ve Olayların tertipçisi iddiasıyla tutuklanıp 5 ay sonra salıverilip beraat edenlerden Yazar Dr. Hulusi Dosdoğru’nun “6/7 Eylül olayları” isimli kitaplarıydı.

Bu günlerde, filme uyarlanan Güz Sancısı kitabını Sayın Karakoyunlu 3.Eylül.2000 tarihli Sabahtaki köşesinde, şöyle tanıtıyordu..

“6/7 Eylül olaylarını ‘Güz Sancısı’ adı altında romanlaştırdım. Gözlediklerimi bütün ayrıntılarıyla belirttim. Kitap yayınlandığı yıl en iyi roman ödülü aldı. Sonra da Beyoğlu’nu Güzelleştirme Derneği tarafından Beyoğlu tarihine katkısı nedeniyle ödüllendirildi.Olayın ayrıntısını öğrenmek isteyenler için doğrusu tavsiye ederim.( Doğan Kitapçılık Yayınları)

İkinci kitap “6/7 Eylül Olayları” 6/7 Eylül olaylarını tüm yönleriyle anlatıyor. Konusunda güzel bir araştırma. Yassıada da 6/7 Eylül yargılanmalarıyla ilgili geniş bir bölüm de var. (Bağlam Yayınları)

Kitaplığınızda yoksa, konuyla ilgili bu çok değerli iki kaynak kitabı edinmenizi öneririm.Y.Ö.

Yorumlar kapatıldı.