İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ayşe Nana bir İstanbul Ermenisiydi

Ümit Bayazoğlu’nun ROLL dergisinde Kasım-2000 sayısında yayımlanan yazısı….

Roma’da Rugantino adında bir gece kulübünde bir doğumgünü partisi. Tarihlerden 5 Kasım 1958… Kulüp Amerikalı milyarder Peter Howard Vanderbilt tarafından bu geceliğine “kapatılmış”. Orkestra her zamanki “demirbaşlar” değil, “hususi”; New Orleans Jazz Band. Konuklar da pek ünlü, ilk bakışta göze çarpanlar; Tyrone Power, Elsa Martinelli, Linda Christian, Anna Maria Mussolini ve Frederico Fellini ile Anita Ekberg’in kalabalık masası davetin flaş isimleri…

Gelgelelim parti son derece sönük geçiyor. Ağzını kapatmaya lüzum görmeden esneyenler bile var. Ama sabaha karşı üç civarı birden herkes canlanıyor. İnce belli, beyaz tenli, kara kaşlı, kıvrak bir kadın yalınayak sahneye fırlayıp “halı serin, dans edeceğim” diye emrediyor. Partideki herkes avuç içi kadar küçük yuvarlak pistin etrafında toplanmış, tempo tutuyor. Bu sırada ve ön saflarda mevzilenmiş Roma İmparatoluk sülalesinden Prens Hercolani ceketini çıkararak piste atıyor. Diğer centilmenler ondan aşağı kalır mı! Onlar da ceketlerini sahneye fırlatıyorlar… Kimin davet ettiği meçhul dansöz bunların üzerinde oynuyor. Hatta Anita Ekber de bir ara ona katılıyor. O gece “milyarder ceketleri” üzerinde oryantalle kanmayıp striptiz de yapan bu dansöz anlı şanlı Ayşe Nana’dan başkası değildi.

Davetin yankıları Nana’nın haftalık L’Espresso dergisinde çıkan “üstsüz” fotoğraflarıyla arşa çıktı. Kazara da olsa Nana’nın fotoğraflarını gören bazı katolikler akın akın kiliselere koşup, “kirlenen gözleri ve dimağları için” günah çıkarttılar. Polis Ayşe Nana’yı “izinsiz çalışmak ve müstehcen gösteri yapmak” suçlamasıyla gözaltına almıştı. Sınır dışı edilmesine karar verildi. Ancak “adı öğrenilemeyen bir milyarderin” kefaretini ödemesiyle İtalya’da kalabildi. Hemen ardından da meşhur gazeteci Saro Balsamo ile nişanlandı. Bu peşpeşe gelen haberler Türkiye’de bomba tesiri yapmıştı. Nana Katolik İtalya’yı çalkalamış, ardından bahaneler uydurup geldiği İstanbul’da da bir güzel havasını atmıştı…

Roma’ya dönüşü de olay olmuştu. İtalya’da henüz “skandal gece” unutulmamış, kamunun öfkesi henüz yatışmadığından Nana Roma tren istasyonunda biriken “muhafazakarlar” tarafından yuhalandı, ıslıklandı. O gün istasyon karakolu alarma geçip, güvenlik kuvvetleri iki misline çıkarmıştı. Nana gümrükten ancak polis kordonu ve gazetecilerden oluşan bir ordu eşliğinde çıkabildi.

Hadise bununla kalsaydı belki hiçbir şey olmayacaktı. Fakat sonradan rejisör Fellini’nin “skandal geceden” ilham alarak “La Dolce Vita” isimli filmi çevirmesi üzerine Roma sosyetesinde derin bir infial uyanmış ve Fellini’ye “hakaret” davası açılmıştı. Roma yüksek sosyetesine mensup bazı şahsiyetler, kendilerine bu filmle “saygısızlık, terbiyesizlik” edildiği kanaatindedir. Günlerdir ülkenin tüm sinemalarında gösterilen filmin yasaklanması için yönetime baskı yaptılar. Kilise de bunu desteklemişti.

Hatta bu “dini terör” Nana’yı da ürkütmüştü. Kendisine ve nişanlısına zarar geleceğinden korktuğu için uyduruk bir basın toplantısıyla, “Sarhoştum, İtalyan halkından özür dilerim. Katolik kültürüne saygım var, hatta katolik olmayı düşünüyorum” diyerek bir güzel kıvırttı. Ortalık da böylece yatışmış oldu.

Tabii onun bu şöhreti tesadüfi değildi. Daha 1952’de Mısır Kralı (şişko) Faruk’un (120 kilo) sarayına davet edilmiş, Avrupa sosyetesine verdiği “garden partide” dans etmişti. O dönemin magazin ruhunda bu haberin nasıl yankılandığını tahmin edemezsiniz… Zaten bundan sonra Nana’nın gözü Türkiye’yi görmez oldu… Nana 60’lı yılların sonlarında daha gitmeden önce İstanbul’u, gazete ve dergilerle de taşrayı derinlemesine kasıp kavuruyordu.

Nana’nın nasıl dansa başladığına tanıklık eden sevdiğimiz bir abimiz var: Orhan Boran!… “Leyleğin Ömrü” adlı anılarında o tarihi günü pek güzel anlatmış. Nana, 1950’de annesiyle birlikte “Kervansaray”a gelmiş. Orhan Boran o sıra bu gazinoda hem şovmen hem de direktör. Annesinin dediğine göre kızı 18 yaşında ve dansöz olmak istiyor. Orhan Boran (Humphrey Bogart rolünde) loş bir köşeye çekilip bir sigara yakıyor. Ve bakın ondan sonra neler oluyor: “Müziğin ilk mezürleriyle sırtındaki pelerini atıverdi. Aynı anda servis kapısının önünde bir şangırtı koptu. Komi bir tepsi bardağı düşürmüştü herhalde. Onu azarlayamazdım, çünkü aynı anda ben de dudağımdaki sigaramı kucağıma düşürmüştüm. Nana pistte sansürle kara bantlanacak yerlerinde üç-beş şifon parçasıyla çırılçıplak dans ediyordu…”

O gün Orhan Boran Nana’yı her nedense patronuna tavsiye etmemiş. Kervansaray’da değil ama rakip gazinoda iş bulan Nana; bir anda kendini Zennube, Aysel Tanju, Necla Ateş, Özcan Tekgül gibi herbiri kendi çapında şöhret dansözler arasında buluvermişti. Tıpkı Zennube gibi onun için de şarkılar bestelenmişti. Mesela, “Nana gitti Parise / Kaldık Semiramis’e / Semiramis yine hamile / Düştük Türkan Şamil’e” diye… Bu şarkıda; sık sık Beyrut, Roma, Paris turnelerine giden ve oralardan dönmek bilmeyen Nana’ya sitem var. Bir başka şarkıda ise hayranları onu nasıl özlediklerini şöyle ifade etmişlerdi: “Nana balkonda yatar / Altına minder atar / Beyaz donu içinde / Kara kedi saklar…”

Not: Nana dansı yaş haddinden 80’lerin başında bırakınca da sahneden kopmadı. Dans okulları açtı. Tiyatro kurdu, batırdı, çıkardı. Çeşitli filmlerde oynadı. Film de çekti, rivayete göre bunlardan biriyle Cannes’da yarıştı. “Reha Erus’un Roma’dan bildirdiğine göre”, son yıllarda (38 koltuklu) bir cep tiyatrosunda erotik oyunlar sahneliyormuş. Kimseye görünmeden bazen İstanbul’a gelip gittiği oluyormuş. Talimhane’de anasından kalma taşınmazları varmış. En son 1990’ların başında görünmüş… Unutmadan, Nana bir İstanbul Ermenisiydi. İtalya’da sırf daha “oryantal” görünsün diye Ayşe Nana olarak “prezante” edilmişti…

Yorumlar kapatıldı.